Locadaki sınıf ve turnosol kağıdı çelişkisi
Yasama, yürütme, yargı ve medya. Bu denklemde gelişmiş bir demokrasinin oluşması için gerekli olan güçler ayrılığı ilkesi, medyaya adeta turnusol kâğıdı görevi atfetmektedir. Peki medya bu görevini yerine getirebiliyor mu? Kamu yararına kamuoyunun taleplerini yansıtıyor ve iktidarların icraatlarının aynası olabiliyor mu? Yoksa kamuoyu mimarlığına mı soyunuyor? Eğer öyle ise bu arayış neden?
Çoğu kez panoptik yönetsel anlayış içerisinde, iktidarın gözü olarak hizmet veren medyadan yönetilen sınıfın beklentisi, gözü iktidara tutup, halk yerine muktedirleri dikizlemesidir. Lakin bu, ne yazık ki gerçekleşememekte ve enformasyon ile ondan doğan bilginin akışını muktedirlerin elinde tutmaktadır. Kitle iletişim cihazlarıyla, propaganda, reklam ve manipülasyon, hizaya çekilecek bir toplum yaratmak için egemen sınıfın vazgeçilmezleri arasındadır. Peki bu hiza nedir? Yanıt: “Sürdürülebilir küresel kapitalizm.”
Medya eleştirisinin “kirlilik-temizlik”, “olması gereken ilişkiler-aykırı ilişkiler”, “etik-etik dışı” perspektiflerinden ele alınmasını eleştirdiğimiz vakit, bu yöntemle kaydedilemeyen aşamayı görmemiz içten bile değil. Medyanın hali hususunda doğru teşhis konulamadığı için, ilgili tartışmaların anlamsızlığının doğurduğu paradoksun varlığı halen yerini korumaktadır. O halde neyi dert edineceğiz? Doğru tespit nedir?
Medyayı dördüncü güç olarak anmak yersizdir. Medya, aslına bakılırsa başlı başına bir sınıftır. Peki sınıf nedir? Bu bağlamda ele alacak olursak sınıf, belli çıkarlar uğruna bir araya gelen benzeşim kümesidir. 18. yüzyılda Edmund Burke (avam kamarası milletvekili-yazar-siyaset kuramcısı-filozof) tarafından İngiliz Parlamentosunda dile getirilen, muhabirler locasının mecliste yer alan diğer üç tabakadan (soylular, ruhban ve avam sınıfları) çok daha önemli dördüncü bir sınıf olduğu bilinci, esas olandır.
Nitekim bu perspektiften devam edildiğinde, medyanın neden turnusol kâğıdı görevini görmek yerine, adeta diğer üç sınıfı (günümüzde; burjuvazi, bürokrasi ve proletarya) yutacak kadar büyük bir egemenlik savaşımı içerisine girdiğini anlamak pek de güç olmasa gerek.
Tarihte kısa bir gezinti yapacak olursak eğer, iletişimin iletiden iletim anlayışına dönüştüğü telgrafın etkisini hatırlamakta fayda görürüm. Telgraf, demir yolları ile girmiş olduğu mutualizm ilişkisinden mütevellit, ticaretin perde arkasındaki gelişimi ve yöneticisi olmuştur. Kapitalizm, telgraf ve beraberinde ortaya çıkan posta ağları ile posta şirketleri, medya patronu-ticaret ilişkisine verilecek çarpıcı bir örnektir. Bu bağlamda ortaya çıkan dördüncü sınıfımız günümüzde de yazılı, görsel ve dijital ortamda enformasyon, bilginin üretimi ve dolaşımını kontrol edişiyle ulus devletleri yutacak seviyede çok uluslu ve çok çeşitli alanlarda yatırımlar yapan şirketlere dönüşmüş veya yeniden üretim aşamasında onların egemenliği altında şekillenmiştir. Bu girift yapı, bugünkü gücüyle neoliberalizmin bekçiliğini yapmakta ve siyaseti yönlendirmektedir. (Finanse ederek ve işbirlikçilerini başa getirerek.)
Bu bağlamda demokrasi kelimesinin parıltısı altında dünya genelinde yapının neredeyse tamamı kapitokrasiye -bu terimi yazdığım müddetçe farkındalık yaratmak adına sıkça kullanacağımı belirtir, demokrasi adını da kirletir bir biçimde bizlere dayatılan sermaye diktatoryasına veya oligarşiye boyun eğmeyeceğimi belirtmek isterim- dönüşmüştür. Dördüncü bir sınıf olarak medya, kendi kapitalist çıkarları doğrultusunda ticari faaliyetleri ve yüksek kar marjını sürdürülebilir kılarken, tüm bunları kabul edilebilir kılmak için de kamuoyunda bir değerler-ideoloji silsilesi yaratıp empoze etmektedir. (Tüketim kültürü, popüler kültür, kitle toplumu ve neoliberalizm.)
Özetle şunu söyleyebilirim ki, medyanın tarihsel devinimler ve gelişimler (siyasi-ticari-toplumsal yapı) çerçevesinde yasama, yürütme, yargının yanı sıra dördüncü bir güç olduğu değil, aksine toplumsal sınıflar içerisinde tüm bu erklere hükmedecek boyutta dördüncü bir sınıf olarak varlığını oluşturup sürdürmesi, esastan ele alınması gereken bir uyanış meselesidir.
İstisnalar yok mudur? Tabi ki vardır. Özellikle alternatif medya olarak nitelendirdiğimiz dijital çağın meyvesi bu alanda örnek gösterilebilir. Lakin bu olgunun da henüz geniş kitlelere ulaşan ana akım medyanın yerini alabildiğini dile getirmek fazlaca iyimser bir tutum olur. Nitekim dijital ortamın makro seviyede sermaye patronları da yine kapitokratlardır. Peki, umut yok mu? Tabii ki var!
Manual Castells’in de belirttiği üzere, bu kara distopyanın (küresel-emperyal-post kolonyal kapitalizmin) online bir tıkla biteceğini düşünenlerdenim. O halde içimizdeki yaramaz çocuğu ortaya çıkaralım.
Nasıl mı?
“Sadece bir tıkla…”