Şimdi yükleniyor

“Belgesel çekmek bir yolculuktur…”

“Çekimleri, kurgusu, her şeyi benim tarafımdan yapıldı. O da onu farklı kılıyor. Bir Kıbrıslı olarak benim İngiltere’de yaşayan bir ailem yok. Genellikle Kıbrıslıların vardır, mutlaka ailelerinden birileri İngiltere’de yaşıyordur. Ben bu kültürel kimliğe biraz yabancıydım aslında ve oraya okumaya gittiğimde bu kimlikle ilgili bir şeyler yapmak istedim. Tanıdığım, bildiğim ve aynı zamanda hiç bilmediğim bir kimlikti. Gözlemsel belgesel yaptım ben. Bir aileyi odak aldım ve o ailenin etrafında dolanarak o ailenin aslında orada yaşayan Kıbrıslı Türklerin kimlik kurgularına, gurbet kurgularına, ev kurgularına baktım ve bu kurguların nesilden nesile farklılık gösterebileceğini de filmimde göstermeye çalıştım.”

Yönetmen Yetin Arslan filmin odağının İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı Türkler olduğunu ancak Türkiye’den İngiltere’ye göç eden insanları da kapsayan bir çalışma olduğuna vurgu yaptı. Arslan, “We live in ‘İngiltere’nin iki dilli bir başlığını, tıpkı filmdeki kimlik gibi arada kalmışlığı anlatan, 2 kültürü içinde barındıran, 2 dilli kimliğe işaret eden bir başlık olması için seçmiş,” şeklinde sözlerine devam etti. yetinarslan2“Zevk alarak yaptığım bir filmdi” Filmin yönetmeni Yetin Arslan’a yapım öncesi ve sonrası yaşadığı zorlukları sorduğumuzda ise tek başına belgesel çekmenin ne kadar zahmetli ama bir o kadar da keyifli bir iş olduğunu anladık. Arslan bu durumu şu şekilde anlattı: “Yalnız başıma çektim bu filmi. Brighton’dan Londra’ya hafta sonları gider ve o ailenin yanında kalırdım, geceleri de kalırdım o ailenin yanında. Tek başıma kamerayı, mikrofonları ve diğer ekipmanları taşıdım…Taşımam gerekirdi. Onun zorluğunu yaşadım. Bir de tanımadığım ama sonradan tanıştığım insanlarla aynı evin içerisinde üç günlük periyotlar halinde 4-5 kez bulunmak durumunda kaldım. Onların yanında yaşadığınızda ve belgeseli izledikten sonra, o insanlar hakkında bir imge oluşuyor kafalarda. Bu kurguyu yaparken onlar hakkında negatif bir imaj yaratmamaya çalıştım, kendi tercihlerimi ön plana çıkardım. Bir de 18 saat görüntüden 28 dakikalık bir belgesel çıktı sonunda. Onun zorluğu vardır tabi, hikayesi olacaktı, aile fertleri gösterilecekti, ne dışında kalacak, ne içine girecek… Kurgusu uzun sürdü… Onun dışında çok zevk alarak yaptığım bir filmdi.” İletişim Fakültesi öğrencilerine, mezunlarına ve özellikle belgesel film çekmek isteyenlere tavsiyelerini sorduğumuzda ise Arslan’ın öğrencilerle bu konu ile ilgili sürekli olarak etkileşim halinde olduğunu öğrendik. Arslan tavsiyelerini ve belgesel film ile ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirdi:

“Ben belgesel dersi de veriyorum. Bu dersi ilk vermeye başladığımda genellikle öğrencilerin belgesele karşı ön yargıları vardı. Belgesel nedir? Belgesel sıkıcı mıdır? Belgesel öğretici midir? gibi sorular… Ama aslında belgesel dünyada değişiyor, biz Kıbrıs’ta biraz bunun gerisindeyiz. Türkiye’de biraz daha değişti algı. Festivallerde belgesel filmleri çok fazla görme imkanı bulamıyoruz. Filmi yapanlar da kendilerine saklıyor haklı olarak, dolaşıma çıkarmıyorlar. Ama farklı tarzlarda belgeseller çıkmaya başladı. Belgeseli ben bir yolculuk olarak görüyorum. Bir konunuz var, onu öğrenmek amaçlı ya da başkalarına öğretmek amaçlı yola çıkarsınız ama çıktığınız noktadan nereye gideceğinizi göremezsiniz… Zaten belgeseli heyecanlı ve güzel kılan da budur. Yani bir keşiftir belgesel. O yüzden kafalarını değiştirdiğimi düşündüğüm öğrencilerim de var. O açıdan da yeni belgesel projeleri geleceğini düşünüyorum”.

]]>