Cem Özer ile Baş Başa
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Müzikal Topluluğu, Dünya Tiyatrolar Haftası nedeniyle düzenlediği etkinlikler kapsamında Türkiye’nin ilk talk şovcusu Cem Özer’i konuk etti. 26 Mart’ta Aktivite Merkezi’nde öğrencilerle buluşan Özer, 27 Mart’ta da DAÜ Müzikal Topluluğu öğrencilerinin sahnelediği “Dedikodu” müzikaline onur konuğu olarak katıldı. Katılımın hayli yoğun olduğu Dedikodu müzikali öncesinde Gündem gazetesine konuşan Özer, oyunculuk ve talk şovculuğun inceliklerine değindi.
Neticede oyunculuk da bir mucitliktir. Bir şeyler yaratabilmek, tasarlamak… Her seferinde yeni bir karakter icat ediyorsun.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumuşsunuz ancak eğitiminizi tamamlamamışsınız. Bunun sebebi tiyatro mu?
Evet. Bunun sebebi, hem tiyatro, hem tiyatroya olan tutkum, hem ustalarımın bu konuda başarılı olacağımı söylemesi, hem de fakültede aldığımız eğitimle gerçek hayattaki uygulamasının birbiriyle örtüşemeyeceğini görmemdi. Adliyeye girince gördüm ki fakülteye girerken hayal ettiğim şey o değildi. Gerçek bambaşkaymış.
Bir röportajınızda, “İlkokuldayken mucit olmak istiyordum, icatlarım vardı” demişsiniz Neden fen bilimlerini tercih etmediniz?
Fen bilimlerini neden tercih etmedim? Nedenini bilmiyorum ama oraya doğru gitmedim. Bir de, neticede oyunculuk da bir mucitliktir. Bir şeyler yaratabilmek, tasarlamak… Her seferinde yeni bir karakter icat ediyorsun. Bir de, annem “durup dururken icat çıkarma” deyip duruyordu, o yüzden.
Televizyonlarda sohbet programları yapan bir oyuncu olarak tanınıyorsunuz. Her oyuncu sohbet programı yapabilir mi?
Yok yapamaz. Zaten ben de yapamazdım aslında. Ama ben bir talk-showcu karakteri yaratıp bir rol yaratıp onu oynadım.Yani en iyi yaptığım işi yaptım esasında.Ben de bakma öyle çok iyi bir talk şovcu değilim aslında. Hatta benden talk şov istediklerinde çok şaşırmıştım. Ben,Star Televiyonu (Magic Box’tu o zaman) beni çağırıp, biz sizinle bir talk şov istiyoruz dediklerinde, “Ne talk şovu!” dedim. O zamanlar benim ağzımı bıçak açmazdı. Kafamın içi benim çok gürültüdür. Sonra sonra alışıyor insan.
Edebi eserleriniz var. Sizi bir eser kaleme almaya iten şey tiyatro mu?
Edebi eser demek çok iddialı olur. Her kitap yazana yazar dememek lazım. Yazarlık başka bir şey, bir eseri vücuda getirmek başka bir şey. Hele ki kalemle bir eser vücuda getirmek, bir sanat bir meslek değil, bir yaşam biçimidir. Birinin yazı yazıyor olması onu yazar yapmaz; birinin şarkı söyleyip albüm çıkartmış olması onu şarkıcı yapmaz; birinin birkaç dizide oynaması hatta oyunculuk yapıyor olması onu oyuncu yapmaz. Bunlar yaşam biçimidir. Oyuncu gibi yaşaman gerekir. Yazar gibi yaşaman gerekir. Şarkıcı gibi, müzisyen gibi yaşaman gerekir.Yani bir şarkıcı, sokakta giderken, doğada benim duymadığım sesleri duyabilmelidir.Bir oyuncu, bir başkasının göremediği karakterleri gözlemleyebilmeli ve vücut dillerini okuyabilmelidir.Gezdiği her yeri, gördüğü her yeri kaydetmelidir. Bir yazar şurada olan bir kimsenin dikkatini çekmeyecek bir minicik olaydan koskocaman bir hikaye, hatta bir hayat çıkarabilmelidir. Ben anılarımı yazayım, aklıma gelenleri kağıda dökeyim istedim; onun için hiç kendime yazar demedim. Kitabın arkasına da zaten “Ben bir yazar değil, yazanım” dedim. Yazan olmak başka bir şey, yazar olmak başka bir şey. Kafamı rahatlatmak için yazdım. Kafam çok kalabalıklaşıyor bazen. Kendime kendime şizofren gibi çok konuşuyorum. Kafamın içinde müthiş bir muhabbet var. O muhabbetten kurtulabilmek için, yerine yenisini doldurmak için, bazen boşaltmak gerekiyor.
Bir oyuncu olarak size tiyatro mu yoksa beyaz perde mi cazip geliyor? Neden?
Fark etmez. Oyun oynayabileceğim, oyunculuk yapabileceğim her alan benim için muteberdir, geçerlidir. Sokak tiyatrosu, burası da olur. Yeter ki seyirci olsun. Geri kalanın önemi yok. Hatta bazen gece arkadaşlarla çıktığımız zaman bile, bambaşka bir karaktere bürünüp gittiğimiz yerdeki insanları, tabir-i caizse kafaya alıyorum.
Sizce alaylılar mekteplilere göre ne tür avantaj veya dezavantajlara sahiptir
Şimdi, bu iş Türkiye’de yanlış anlaşılıyor. Oyunculukta eğitim şarttır, ama bu ister ama mektepte olur isterse alayda. Alaylılık eğitimsizlik anlamına gelmez. Yani, onu bazıları çok yanlış kullanıyorlar. Ben de alaylıyım. Buna Ferhan Şensoy çok güzel bir cevap vermişti. Bir manken arkadaşımız bir gün rahmetli Savaş Ay’ın programında, ki ben de oradaydım, “biz de alaylıyız” deyince Ferhan Şensoy döndü , “hangi alaydansınız?”dedi.
Alay dediğin şey, bir hocanın yanına yazılmak, ustanın yanına yazılmak, ona çıraklık etmek demek. Alaylılık o. Nereden gelir bu? Hani şu meşhur Gezi olayları var ya. Gezi olaylarının çıkmasına sebep olan Topçu Kışlası’ndan. O topçu kışlası alaydır. Tanzimat’la birlikte subaylık, askerlik akademik eğitime geçmiştir. Ama Topçu Kışlası’nda, o alayda yetişen subaylar daha kıymetlidir çünkü onlar daha önceki subayların yetiştirdiği öğrencilerdir. Alaylılık lafı oradan gelir. Daha önce bu işi yazmış, çizmiş, öğrenmiş, bulmuş, yaratmış bir kişinin, yani bir ustanın yanında eğitim almaktan. Kimse kendi kendine usta olamaz, bir ustanın yanında çıraklık yapmamış hiç kimse ustalık yapamaz.
Sizce sinema tiyatronun önünü kesmiş midir?
Hayır. Tiyatronun önünü ancak kesse kesse tiyatro keser. Hiçbir sanat bir diğerinin rakibi değildir. Ancak o sanatı icra edenler ki müzikte de öyledir, eğer iyi ürünler ortaya koymazlarsa, tüketici tabii ki ilgisini kaybeder. Daha iyi ürün çıkartan dala yönelirler. Türk sineması son yıllarda o kadar güzel ürünler çıkarmaya başladı ki tiyatro bunun gerisinde kaldı. Bunu bizim köşe başlarını tutmuş sevgili tiyatrocu abilerimize sormak lazım. Niye hala 1976 model tiyatro oynadıklarına, niye bir türlü tiyatroya teknik derken elektronik anlamında yani oyunculuk, reji, yöntem anlamında yenilikler getirilmediklerine bakmak lazım. Bir dönem de arabesk, sözüm ona pop müziğin önünü kesmişti. Sonra pop kendini bir toparladı, şimdi de arabesk yok ortalıkta. O onun önünü kesti gibi bir rekabet olmaz.
Fotoğraf: Uğurcan Taşdelen