“Eşcinsellerin özgürleşmesi, heteroseksüelleri de özgürleştirecektir.”
[vc_button title=”Röportaj: Deniz Doğançay, Fotoğraf: Burakcan Batuk” target=”_self” color=”default” href=”#”]
Dr. Esra Ummak, geçtiğimiz günlerde, mezunu olduğu Doğu Akdeniz Üniversitesi’ni Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü’nün düzenlediği “Homofobiyle Baş Etme” konulu söyleşi için ziyaret etti. Dr. Esra Ummak’ın eğitim alanında homofobinin azaltılmasına yönelik uygulamalı olarak gerçekleştirdiği; “Deneysel Olarak Sınanmış Homofobiyle Baş Etme Grup Rehberliği Programı”, kitap olarak yayınlandıktan sonra DAÜ’de hem konu hakkında ayrıntıları anlattı hem de kitabın tanıtımını yaptı. Yüksek lisansını Mersin Üniversitesi’nde, doktorasını ise Çukurova Üniversitesi’nde tamamlayan Ummak, söyleşi sonrası DAÜ Gündem Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.
Eşcinsellik Nedir?
Cinsel yönelim, duygusal yakınlık ve cinsel ilginin belli bir cinsiyete çekimi olarak tanımlanabilmektedir. Bu çekim genellikle eşcinsellik, biseksüellik ve heteroseksüellik kategorileri altında toplanmaktadır. Eşcinsellik, eşcins veya cinsiyettekiler arasında kurulan romantik ve cinsel çekim anlamına gelmektedir. Erkek eşcinseller için gey, kadın eşcinseller için ise lezbiyen ifadesi kullanılmaktadır. Biseksüellik, cinsel yönelimin her iki cinse dönük olması iken heteroseksüellik ise cinsel yönelimin karşı cinse dönük olmasıdır.
Cinsel kimlik, kişinin kendini kavrayışla bağlantılı olarak; beden ve benliğin belli bir cinsiyet içindeki algısı olarak tariflenebilir Diğer bir deyişle, cinsel kimlik biyolojik cinsiyetten bağımsızdır. Eşcinsellik cinsel yönelimle ilişkili iken, transseksüellik (transkadın, transerkek) cinsel kimlikle ilgilidir.
Toplumun normları dışında bir cinsel yönelim hastalık mıdır?
Eşcinsellik 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nce “hastalık sınıflandırması”ndan; 1990 tarihinde ise Dünya Sağlık Örgütü’nce (WHO) “Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması” ndan çıkartılmış, ancak bu süreç kademeli olmuştur. 1952 yılında DSM’nin ilk baskısında “sosyopatik kişilik bozukluğu” altında yer alan eşcinsellik, 1968 yılındaki ikinci baskı olan DSM-.de ise ayrı bir cinsel sapkınlık olarak kişilik bozuklukları kategorisinde bulunan eşcinselliğin sınıflandırmadaki yeri sorgulanmaya başlanmıştır. Bu sorgulama yerini 1980 yılında basılan DSM-III’de “ego distonik eşcinsellik” başlıklı bir kategoriye bırakmıştır. Bu kategori, kendi cinsine yönelik uyarılmanın neden olduğu ruhsal sıkıntıyı ifade etmektedir. Ancak bu noktada, egodistonik eşcinselliği yordayan diğer değişkenlerin (toplumsal homofobi, içselleştirilmiş homofobi) de etkisi göz önüne alınıp tartışılmış ve bu değişkenlerin neden olduğu bir sıkıntının ruhsal bozukluk olarak yayımlanmasının yanlış olması gerekçeleriyle 1987 yılında DSM-III-R’de sadece “kişinin cinsel yönelimine bağlı yaşadığı kalıcı ve belirgin rahatsızlık’ adı altında, “başka türlü adlandırılamayan cinsel bozukluklar” başlığı altında kalmıştır. 1994’te yayımlanan DSM IV’te ise hiçbir tanı kategorisi içinde yer almamıştır. Transeksüellik ise DSM IV’ten önce hastalık statüsünde yer alırken, bu tarihten sonra cinsel kimlik bozukluğu olarak yeniden tanımlanmış ve de 2013’te yayımlanan DSM V’te ise “cinsel kimliğinden yakınma (hoşnut olmama)” başlığı altında düzenlenmiştir.
Ancak 44 yıl önceki bu bilimsel veriye rağmen, eşcinselliği hala “eşcinsellik bana göre ….” diye başlayan, bilimsellikten uzak tamamen kültürel değerler ve ahlaki kodlarla örülü cümleler kuran alan içi ve alan dışı bireyler ve kurumlar maalesef ki mevcuttur. Bizler eşitlik ve insan hakları zemininde bilimsel bilgi üreten akademisyenler olarak bu kişi ve kurumları takip ve ifşa ediyor, kendi kültürel normlarını mesleki faaliyetlerinin içine sokmamaları gerektiği konusunda duyarlı ve hassas olmaya davet ediyoruz.
Eğitimde bu durumun gençler üzerinde etkisi nelerdir?
İlgili literatür incelendiğinde, LGBT öğrencilerin, heteroseksüel akranlarına kıyasla intihar düşünceleri, intihar girişimi, depresyon, zorbalık ve mazeretsiz devamsızlık bakımından daha fazla risk altında bulundukları ortaya çıkmıştır. Buna paralel olarak, okulda LGBT mağduriyetleri, olumsuz ruhsal sağlık sonuçları ile ilişkili bir faktördür. Bontempo ve D’Augelli (2002), okullarda heteroseksist taciz düzeyinin yüksek sağlık riskiyle ilişkili olduğunu belirtmektedirler. Ülkemizde de heteronormatif şekilde yapılandırılmış eğitim sürecinden geçen, cinsiyet normlarına uymayan öğrencilerin zorbalık yaşantılarına maruz kalması kaçınılmaz olmaktadır.
Öğretmenlerin homofobik tutum ve davranışlarının, eşcinsel öğrencilerin okul hayatı ve sosyal yaşam kalitesine ne derecede etki ettiğine vurgu yapılabilir. Bu sorunun en erken ve en etkili biçimde çözülebilmesi için müdahale çalışmaları gerekmektedir. Bu bağlamda öğretmenlerin homofobik tutumlarını azaltmaya yönelik grup rehberliği destek programlarının çok önemli olduğu düşünülmektedir. Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) ve Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD) tarafından 2015 yılında yapılan ortak basın açıklamasında eğitim kurumları ve eğitim-öğretim sisteminde de LGBT’lerin hakları ve ruhsal bedensel gelişimleri için acil önlemler alınması gerektiği belirtilmiştir.
Konu hakkında yapılan araştırmalar ve kişisel görüşleriniz nelerdir?
Tüm öğrenciler için güvenli bir öğrenme ortamı sağlamak için, okul bölgelerinde özellikle cinsel yönelimle ilgili sıfır tolerans politikaları uygulanmalıdır. Bu çalışmaları sadece okullarda homofobik tutumları önlemek için değil aynı zamanda queer pedogoji zemininde çeşitlilikle kucaklaşmayı artırmak ve öğrencilerin yaşamlarını iyileştirmek amacıyla yapmakta yarar vardır. Ülkemizde öğretmenlerin (öğretmen adaylarının) homonegativite, heteroseksizm ve heteronormativite konularında bilgilenmelerine, cinsel kimlik ve cinsel yönelime dayalı ayrımcılığa yönelik müdahale becerisi kazanmalarına ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Öğretmenlerin, LGBT öğrencilerini taciz ve homofobik zorbalığa karşı koruyan sınıf ve okul politikası geliştirme becerilerini arttırmak çok önemlidir. Olumlu sınıf ortamını yaratacak ve bu tür müdahale programlarını uygulayabilecek kişiler olarak öğretmenlerin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimler yolu ile iletişim kurma, sınıfta olabilecek çatışmaları çözme, homofobik davranışlarla baş etme, homofobi ve heteroseksizmin insancıl, feminist ve bilişsel davranışçı çerçevede nasıl ele almaları gerektiği bilgisi sağlanabilir. Homofobik zorbalığın kronikleşmeden önlenmesi için, eşcinsel-hetero öğrenci ve aile üyeleri tarafından okul temelli destek gruplarının oluşturulması sağlanabilir. Bunun yanında, kriz, intihar ve zorbalığa karşı okul personeline müdahale eğitimi, öğretmen, idareci ve okul personelinin homofobiyle başetmesine yönelik önleme çalışmalarının okullarda mümkün olduğunca anasınıfı ve ilkokul düzeyinde başlatılması, eşcinsellere yönelik olumsuz tutumun sonuçlarının başarıyla kontrol edilmesini sağlayabilir. LGBT öğrencilerin özellikle kritik bir gelişim aşaması olan ergenlik döneminde akranlar, aile, öğretmen ve okul personeli ile sağlıklı bir iletişim kurması, mutlu, kendine güveni olan, başarılı bireyler yetişmesine katkı sağlayacaktır. Gerek LGBT gerekse de heteroseksüel öğrencilere güvenli bir öğrenme ortamı sağlamak için konunun uzmanlarından oluşan danışma kurulları oluşturulması ve kurum yöneticilerinin desteği çerçevesinde bu kurullar aracılığıyla çeşitli kurs, seminer ve toplantılar düzenlenmesi sağlanabilir. Ayrıca broşür, afiş ve el kitapçıkları hazırlayarak ebeveynlerin, öğretmenlerin, idarecilerin ve okul personelinin çeşitlilikle kucaklaşmayı arttırmak, öğrencilerin yaşamlarını iyileştirmek için ihtiyaç duydukları konuda bilgilenmeleri ve sağlanabilir.
Homofobi nedir, kültür bunu nasıl besler?
Eşcinsellere karşı gösterilen şiddet ve saldırganlığın altında yatan önemli bir neden homofobidir. Bir kavram olarak homofobi, 1970’lerin başında eşcinselliğe ve eşcinsellere karşı korku ve nefreti ifade etmek amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Homofobiyle ilgili bu tanım bireyin psikolojik süreçlerine ilişkin bir “patoloji söylemi” içermektedir.
Homofobi kelimesi her ne kadar eleştirilmiş olunup eksik ve yetersiz bulunsa da yaygın şekilde kullanılmaktadır. Fakat bu kullanımının gerek literatürde gerekse de LGBT aktivizmde varolan tanımından öte yoğun olarak homonegativizmi de içinde barındıran sosyal ve kültürel bağlamlarda ele alındığı gözlemlenmektedir.
Medyanın bu insanlara yaklaşımını hedef gösterme olarak görüyor musunuz ve bu konuda ne yapabiliriz?
Medyada eşcinsellik sunumu stereotipleştirme, LGBTİ’leri cinsel obje olarak sunma, LGBTİ’ler ve yaşadıklarını kriminalize etme, LGBTİ’leri karikatürize etme, hastalık/sapkınlık/günah kategorisinde verme şeklinde olabilmektedir. Trans kimliklerle ilgili olarak ise kişinin beyan ettiği ismi değil kimlik adının kullanılması bilinçli olarak yok saymak ve aşağılamak amacıyla kullanılmaktadır. Örneğin, Duygu takma adlı travesti Hakan bilmem ne yaptı vb. Bir diğer yandan medya LGBTİ varoluşunu magazinleştirmektedir. (Yok artık dedirten sıra dışı evlilik! Bu düğünde iki gelin var gibi…) LGBTİ temsilinde kullanılan görseller önyargıyı beslemekte ve de mağduru küçük düşürücü fotoğraflar yayımlanabilmektedir.
Medya çalışanlarına LGBTİ’leri temsilllerinde seksist ve homonegatif yaklaşımı benimsememeleri için KAOS GL Derneğinin 2010 yılında yayımladığı “Medyada Homofobiye Son” adlı kitapçığını okuyup analiz etmelerini tavsiye ederim. Bu alanda derneğin bir çok çalışması da mevcuttur. Bununla birlikte iletişim ve medya öğrencileri ve çalışanlarına ayrımcı söylemi izleme ve raporlama atölyeleri mutlaka yapılmalıdır.
Son olarak Kaos’un şiarıyla röportajı sonlandırmak isterim. Varolan bütün cinsiyet, cinsel kimlik ve yönelim, toplumsal cinsiyet rolleri, kültürel değerler ve ahlaki kodları sorgulayıp herkes için eşit ve farklılıkları kucaklayan zeminde yüksek sesle söylemek gerekmekte: -Eşcinsellerin özgürleşmesi heteroseksüelleri de özgürleştirecektir!